بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Değerli okurlarım! Rüya: İnsan yaratılışı itibariyle, uyurken uyanıkmış gibi bazı olaylar yaşar. Bunlar ya gündüzleyin uyanık olduğu sırada etkisinde kaldığı hususlar olabilir veya bir hikmete dayalı olarak görülen rüyalardır.

Doğru ve görüldüğü gibi çıkan rüya. Buna "rüyâ-ı sâliha" da denir. Bunun zıddı, Kur'ân tabiriyle "edğasü ahlam-karışık düş"dür. Bunlar gerek sadık rüya olsun gerek edğas olsun bu iki çeşit rüya hakkında bilgi vermektedir:

"Allah Teâlâ, insanların Levh-i Mahfuz’daki durumlarını bilen bir grup meleği rüya işiyle görevlendirmiştir. Görevli melek Levh-i Mahfuz'dan aldığı durumları bir takım olaylar ve şekiller haline sokarak ilgili insanın rüyasında kalbine yerleştirir ki o kimse için bir müjde veya uyarı ya da kınama değerinde olsun. Böylece hikmetli, yararlı veya sakındırıcı bir faaliyet gösterilmiş olur. Rüyalar genel olarak üzere iki kısma ayrılır:

1- Peygamberlerin ve onlara uyan salih mü'minlerin gördükleri rüyalar bu tür rüyalardır. (Sünen-i İbn Mâce 7-90)

2Kur'ân-ı Kerim'de"edğasü ahlam “ karmakarışık düşler" (Yusuf, Suresi, 44)  diye bildirilen rüyalardır ki; şeytanın uyuyan kimseyle oynamasından, kişinin arzu ettiği veya etmediği bir şeyi çok konuşmasından veya arzulamasından kaynaklanan rüyalardır. Bu rüyalara itibar edilmez.

Güzeller güzeli (s.a.s) Efendimizin rüyaları sadık rüyalardan idi. Aynı zamanda, ona rüyasında vahiy de gelirdi. İlk vahiyler ona "Sâdık Rüyalar" şeklinde gelmiştir. Buhârî'de Hz. Aişe (r.anha.)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle denmektedir:

Kâinat’ın efendisi  (s.a.s)'e vahyin ilk gelişi uykuda rüya-ı Sâliha (Sadıka) görmekle olmuştur.

Allah Rasülü (s.a.v.) gördüğü bütün rüyalar sabah aydınlığı gibi apaçık rüyalardı" (Tecr-i Sarih Ter, I,10).Âlemlerin efendisi (s.a.s) 'ın rüyasında her gördüğü aynen olurdu. Buhârî, İbn Hanbel, Taberanî ve Bezzaz'ın rivâyet ettikleri bir hadis-i şerifte Rasûlüllah (s.a.s): "Salih (sâdık) rüya (mü'minin rüyası) peygamberliğin kırk altı cüzünden bir parçadır" buyurmuştur

 Hz. Semure bin Cündüb  (.r.a.) şöyle anlatıyor:

Nebiler Nebisi’nin (s.a.v.) sabah namazını kıldıktan sonraİçinizde rüya gören var mıdır?” diye ashabına yönettiği soru pek çoktur. Ashaptan birisi rüya görmüşse Allah Rasulü (.s.a.v.) o kimsenin rüyasını Allah’ın (c.c.) dilediğince tabir buyururdu. Rasulullah  (.s.a.v.) bir sabah bize şöyle anlattı:

“Bu gece rüyamda bana her zaman gelen iki melek (Cebrail (a.s.) ve Mikail (a.s.) geldi. Bunlar bana, ‘Haydi yürü’ dediler. Ben de kendileriyle yürüdüm. Derken arka üstü yatmış bir adamın yanına geldik. Bunun başucunda, elinde bir taş parçası ile bir başkası duruyor ve elindeki taşı o yatan adamın başına atıp başını yarıyordu. Taş da şu tarafa doğru yuvarlanıyordu. O adam da taşın arkasından koşup alıyordu. O dönüp gelmeden (berikinin) başı eskisi gibi iyi oluyordu. O adam dönüp gelince birinci defada yaptığını yine yapıyordu. Ben bu meleklere “‘Sübhanallah! Bu nedir’ dedim. Onlar ‘Yürü, yürü’ dediler.

İlerledik, derken ensesi üzere (sırtüstü) yatmış bir adamın yanına vardık. Yanı başında birisi elinde demirden çatal, bir kanca duruyordu. Bu kişi elindeki kancayı yatan adamın yüzünün bir tarafına sokuyor, yanaklarını, burnunu ve gözünü kafasına kadar parçalıyordu. Sonra öteki tarafa geçiyor, orasını da böylece parçalıyordu. Bu tarafın işini bitirmeden daha önce tahrip ettiği taraf eski haline gelip iyileşiyordu. Sonra buraya dönüyor birinci defada yaptığını yine yapıyordu. Ben ‘Sübhanallah! Bunlar nedir? Dedim Bana ‘Haydi yürü, yürü’ dediler.

YürüdükTandıra benzer bir yere uğradık (Ravi diyor ki: Zannedersem Rasulallah (s.a.v.) şöyle dedi: Orada uğultu ve bir takım sesler vardı. Tandırın içine baktık, orada çıplak erkek ve kadınların altlarından alevler yükseldikçe bağrışıyorlardı. Ben tekrar ‘Bunlar kimlerdir?’ dedim. O iki melek bana Yürü, yürü’ dediler.

Yürüdük, derken bir nehre vardık. (Ravi diyor ki: Zannedersem Rasulallah (s.a.v.) bu nehrin suyunun kan renginde olduğunu söylüyordu.) Nehirde bir adam yüzüyor, nehrin kıyısında da pek çok taş toplamış bulunan birisi duruyordu. Bu yüzücü yüzebildiği kadar yüzüyor, sonra yanında taşlar bulunan kıyıdaki adamın yanına gelip ağzını açıyordu. Kıyıdaki adam onun ağzının içine bir taş atıyordu. O da yürüyüp yüzüyordu. Sonra tekrar dönüyordu. Her döndüğünde ağzını açıyor, o da ağzına bir taş atıyordu. Ben o iki meleğe ‘Bu iki adamın hali nedir?’ dedim. Onlar bana ‘Yürü, yürü’ dediler.

Yürüdükçok yürüdük. Çok çirkin (yahut diğer bir rivayete nazaran senin gördüğün çirkin adamların en çirkini) bir adamın yanına gittik. Nezdinde bir ateş vardı. Onu durmadan yakıyor ve çevresinde koşuyordu. Ben o iki meleğe ‘Bu adamın hali nedir?’ dedim. Onlar bana Yürü, yürü’ dediler.

Yürüdük. İçinde her çeşit çiçeğin bulunduğu sık ve uzun bitkilerle kaplı bir bahçeye geldik. Bahçenin ortasında uzun bir adam vardı. Semaya doğru uzanan boyunun uzunluğundan başını göremeyecektim. Bu zatın çevresinde pek çok çocuk vardı ki, o kadar çok çocuk görmemişimdir. Ben ‘Bu adam ve bu çocuklar kimlerdir?’ diye sordum. Onlar bana ‘Yürü, yürü’ dediler.

YürüdükDerken büyük bir ağaca rastladık ki, ondan daha büyük ve daha güzel ağaç görmedim. Bana ‘Buraya tırman, çık’ dediler. Birlikte o ağaçta bulunan bir şehre doğru çıktık. Şehrin binaları altın ve gümüş tuğlalardan yapılmıştı. Şehrin kapısına vardık, kapının açılmasını bekledik. Kapı (ilgililerce) açıldı. Biz de içeri girdik. Bizi bir takım adamlar karşıladılar. Onların vücutlarının yarısı senin gördüğün şeylerin en güzeli gibi idi.

Vücutlarının diğer yarısı da gördüğün şeylerin en çirkinine benziyordu. (Yanımdaki o) iki melek bu kimselere ‘Haydi gidiniz, şu nehre giriniz’ dediler. Baktım, enine akmakta olan bir nehir. Suyu da beyazlıktan yekta. Onlar gittiler, bu nehre girdiler. Sonra bize dönüp geldiler ki kendilerinden o çirkinlik gitmiş, en güzel bir hale gelmişler.

O iki melek bana ‘Burası Adn cennetidir. Şurası da senin makamındır’ dediler. Gözlerim yukarıya doğru kalkınca bir de ne göreyim: Bir köşk, bembeyaz birer bulut gibi onlar. Bana, ‘İşte bu köşk, senin makamındır’ dediler. Ben, ‘Allah (c.c.) sizi mübarek kılsın, beni bırakın da oraya gireyim’ dedim. O iki melek ‘Şimdi olmaz, fakat sen oraya gireceksin’ dediler.
Ben o iki meleğe ‘Bu gece ilginç şeyler gördüm. Bu gördüğüm şeyler ne idi?’ diye sordum. ‘Şimdi sana anlatacağız’ dediler.

Hani yanına ilk vardığın başı taşla yarılan adam yok mu? O, Kur’an-ı Kerim’i öğrenmişken onu terk etmiş, farz namazı kılmadan uyumuş kimsedir.

Hani şu yanağı, burnu ve gözleri kafasına kadar parçalanan adam yok mu? O, bir kimsedir ki, sabahleyin erkenden evinden çıkınca bir yalan söyler ki, o söylediği yalan bütün afakı kaplardı.

Hani tandır gibi bina içinde gördüğün adamlar var ya, onlar zina yapanlardı.

Hani nehirde yüzüp de ağzına taş atılan adam var ya, o da faiz yiyendir.

Hani ateş yakan ve ateş çevresinde koşan o çirkin suratlı adam yok mu? O da, cehennem muhafızı Malik’tir.

Hani o bahçedeki uzun boylu zat ise Hazreti İbrahim’dir (a.s). O’nun etrafındaki çocuklarda doğup da fıtrat üzere ölen çocuklardır. (Berkani’nin rivayeti İslam fıtratı üzere doğan şeklindedir.)

Güzeller güzeli (s.a.v.) rüyasının bu kısmını anlatırken ashap şu soruyu yöneltti:

‘Ya Rasulallah (s.a.v.)! Ya müşriklerin çocukları?’ Allah Rasulü (s.a.v.) ‘müşriklerin çocukları da ahir ette Müslümanların çocuklarına tabidirler’ cevabını verdi.

Hani şu vücutlarının yarısı güzel, yarısı da çirkin olan kimseler yok mu? Onlar iyi bir ameli başka bir kötü amelle karıştırmış kimselerdir.” (Buhari)

 Rabbime emanet olunuz.