Bir trafik kazası gördüğümüzde harekete geçmek, insani değerlerimizin bir yansımasıdır. Ancak, ne yazık ki bu hisleri zamanla yitirdiğimizi fark ediyoruz. Peki neden? Bunu sorgulamaya başladığımda, karşımda birden fazla neden sıralanıyor.

Trafik kurallarına uymayan motorcular... Paket teslimatı yapan motosiklet sürücülerinin kaldırıma çıkarak yayalara tehlike saçtığını, kırmızı ışıkta beklemeyip trafik akışını riske attıklarını görmek, insanda ister istemez bir duygusuzluk yaratıyor. Yaptıkları kazalar sonrasında bile “Acaba bu kaza önlenebilir miydi?” yerine “Zaten kurallara uymadı, kendi hatası” demeye başlıyoruz.

Aynı şey diğer sürücüler için de geçerli. Şoförlerin birbirine saygısı kalmamış. Aşırı hız, gereksiz sollamalar, trafikte öfke patlamaları... Herkesin aceleci ve kaba bir tavırla hareket ettiği bir ortamda, kazaların sebebinin bireylerin kendi ihmalleri olduğunu düşünmek kaçınılmaz hale geliyor. Kendi canını hiçe sayan birine acımak, zamanla imkansızlaşıyor.

Bu noktada asıl endişe verici olan, insanı insan yapan değerlerin yok olması. Acıma, yardımlaşma, dayanışma gibi duygularımız kayboluyor. Çünkü toplumda saygı ve sevgi yok oldukça, insani değerler de ölüyor. Ve bunun sorumlusu, eline bir araç geçiren herkesin kendisini "yolun kralı" sanması. Kuralları hiçe sayan bu anlayış, sadece yolları değil, kalplerimizi de kaosa sürüklüyor.

ÇÖZÜM YİNE BİZDE

Peki, ne yapabiliriz? Öncelikle empatiyi yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Bir an için kendimizi kazaya karışan kişinin yerine koymalı, onun da bir insan olduğunu hatırlamalıyız. Toplumsal bilinçlenme, trafik kurallarına uyma kültürünü yaygınlaştırma ve eğitimle bu kısır döngüyü kırabiliriz.

Unutmayalım, insanı değerlerimizi kaybettiğimizde, sadece yollarımız değil, ruhlarımız da trafiğe kapanıyor. Saygı ve sevgi yeniden yolumuzu aydınlatsın dileğiyle…