Toplum olarak dijitalleşmenin her alanına daldığımız bir çağda yaşıyoruz. Hayatımızın hemen her anı, paylaşma arzusu ile şekilleniyor. Kahvaltı masalarından özel anlara, hatta en mahrem hislerimize kadar her şey sosyal medyanın görünürlük arenasında yer buluyor. Ancak bu hızla akan görüntü selinin içinde bir durup düşünmek gerek: Gerçekten kim olduğumuzun yansıması mı bu kareler, yoksa toplumun dayattığı bir “olmak zorunda” maskesi mi?
Bilinmeyenler için, bazılarımız bu görünürlük yarışına katılmayı reddediyor. İşte ben de onlardan biriyim.
Düğünlerde resim çektirmem, çünkü o anın en güzel anısı, gözlerdeki sevincin, kalpteki heyecanın kendisidir. Resim, bu duyguyu belgelemekten çok çerçeveye hapsetme kaygısı taşıyor artık. Hasta ziyaretlerinde resim çekilmez; çünkü o an, bir destek eli uzatmanın samimiyetidir; kameraya gülümsemek değil. Cenazelerde, bir vedanın hüznü yaşanır. Bir kameraya poz vermek, o acıya ortak olmanın mahremiyetine gölge düşürür.
Camii ziyaretleri, ruhun huzuru aradığı anlar olmalıdır. Bir ibadeti sosyal medya beğenisiyle taçlandırmak bana samimiyetsiz geliyor. İşyeri açılışlarında, kurum ziyaretlerinde ve siyasi kişilerle olan buluşmalarda resim çekmek, neye hizmet eder? İnsan, nezaketini ve iletişim becerisini karelerle değil, davranışlarıyla gösterir.
Haftanın altı günü savurgan bir hayat yaşayıp, cuma mesajlarıyla kendini telafi etmeye çalışanlarla aynı safta yer almak istemem. İnanç, fotoğraflarla veya paylaşımlarla değil, bireyin vicdanında ve davranışlarında yaşanır.
Resimler üzerinden reklam yapmayı reddediyorum çünkü bir insanın gerçek değeri, fotoğraftaki görüntüsünden değil, yaptığı işlerin samimiyetinden gelir. Eğer bir resim çekilmişse, bu ya nezaketten ya da kalabalık bir ortamın gereği olarak yapılmıştır. Ancak bu kareler, beni ben yapan değerlere ışık tutmaz.
Bugün, özümüzle yüzleşmek için küçük bir çağrıdır bu yazı. Toplumun dayattığı şablonlara uymak zorunda değiliz. Sadelikte ve samimiyette kalabilenler için, görünmek değil, olmak önemlidir. Hayat, bir kamera flaşının yansımasından çok daha anlamlıdır. Ve belki de en güzel resim, gönlümüzde bıraktığımız izdir.
Sonuçta, bir anıyı ölümsüzleştirmek için bazen yalnızca yaşamak yeterlidir.