Bismillahirrahmanirrahim

VATAN SEVGİSİ VE ŞEHİTLİK 


Bütün hamtlar ve övgüler Allahu Teâlâ’ya mahsustur. Kâinat’ın zerresi adedince, Salât ve selam Alemlerin Efendisi, Hz. Muhammed Mustafa  (s.a.v.) ‘e âline ve ashabına olsun.


Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala ali Muhammed

 

 

Değerli okurlarım! Vatan, insanın geçmişten emanet aldığı, acı-tatlı hatıralarıyla üzerinde yaşadığı ve istikbale hazırlandığı bir toprak parçasıdır.

 

Atalarımız, dünyanın en güzel ve verimli topraklarını vatan olarak seçerek bizlere emanet etmiştir.

 

Allahu Teâlâ’nın bize engin bir lütfu olan bu vatanı, ecdadımız malları ve canları pahasına korumuşlar, üzerinde medeniyetler kurup binlerce eserler inşa etmişlerdir.

 

Camiler, saraylar, hanlar, hamamlar, türbeler, yollar, köprüler ve çeşmeler yaparak adeta bize ait olduğunu tescillemişler ve İslam’ın mührünü basmışlardır.

 

Vatan olmaksızın millet; millet olmaksızın da devlet olmaz.

 

Bir milletin varlığı, vatanın varlığına, aynı zamanda hür ve bağımsız olmasına bağlıdır.

 

Vatan sevgisinin mukaddes olduğu bilinci sinelerimize öylesine işlemiş ki, namus ve şerefimizi korumak, huzur ve güven içerisinde yaşamak, dini görevlerimizi yerine getirmek için bir vatana sahip olunması gerektiği şuuruyla ecdadımız, bu vatanın her karış toprağını kanıyla sulayıp, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden milyonlarca şehit vermiştir.

 

 Yüce dinimiz, vatanın korunmasına büyük önem vermiştir. Hiçbir insanın zulme uğramasını ve baskı altına alınmasını istemeyen Yüce Dinimiz İslam, vatanı için düşmanla savaşmayı da emretmiştir. İlgili Ayeti Kerime’de Mevla Teala şöyle buyuruyor.

 

“Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın! Aşırı da gitmeyin. Şüphesiz ki Allah aşırı gidenleri sevmez.” ( Bakara suresi.190)

 

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bu konuda şöyle buyurmuşlardır:

 

 “İki göze ateş dokunmayacaktır. Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri de Allah yolunda, gece vakti nöbet tutan, düşman gözleyen göz.” (Tirmizi, Fedâilül-Cihad,12)        

 

Ecdadımızı zaferden zafere koşturan ve tarih sayfalarını kahramanlık destanları ile dolduran,  Allahu Teâlâ’nın hak olan vadine erme ve O’nun şehitler için hazırladığı mükâfata mazhar olma arzu ve isteğidir.

 

Mevla Teâlâ şehitlerin, ölü değil, diri olduklarını ve kendisi tarafından rızıklandırıldıklarını bildiriyor. 

 

“Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.” ( Bakara Suresi.190.)

 

Güzeller güzeli (s.a.v.) de şehitliğin yüksek derecesiyle ilgili şöyle buyurmuştur: 

 

“Hiç kimse cennete girdikten sonra (bütün dünyaya sahip olsa bile) tekrar dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehitler, eriştikleri nimetler sebebiyle dünyaya dönüp, on defa daha şehit olmayı arzu ederler.”( Buhari, Cihat, 21)

 

Şehitlerimiz bu cennet vatanı bize emanet etmişlerdir. Bizlere düşen de bu toprakları korumak ve gelecek nesillere devretmektir.

 

Şehitlerimize, gazilerimize ve vatanımıza karşı görevlerimizi yerine getirmek için bunu vazife bilmeliyiz.

                                                                    

 Bir Kıbrıs Gazisi anlatıyor:

 

Düşman bir saatlik çatışma neticesinde imha edilip o günkü hareket son bulunca şehitlerimizi seyyar karargâhımıza taşıdık.

 

Sımsıcak kanları hala haki renkli elbiseye yayılmaya devam ediyor.

 

Karargâha geldiğimizde bölük komutanımız, şehit olan askerlerin kimliklerini tespit ederken, birinin göğüs cebinden çıkan nota dikkat kesiliyor.

 

Ne okuduğunu bilmiyoruz tabi”

 

Ama komutanın gözlerinin yaşarmasından içli bir şey yazılı olduğunu anlıyoruz.

 

Bir şeyler mırıldanan komutan, bize dönüp soruyor:

 

“Kayserili falanca asker kim?”

 

Hiç birimizden cevap çıkmıyor.

 

Demek ki o arkadaşımız da yok. Fakat hatırlanıyor hemen.

 

Geride üç şehit daha var. “Acaba onlardan biri mi?” diye

 

Baktığımızda tahminimizin doğruluğunu anlıyoruz.

 

Komutanın sorduğu Kayserili arkadaşımızda şehit olmuştur.

 

Hadiseyi öğrenen komutan, sanki bir bildiği varmış gibi o askerinde cebine bakıyor.

 

Onunda aynı şekilde bir not bıraktığı belli.

 

Biz bu ufak notların ne olduğunu merak ederken, Kayserili arkadaşımızın cebinden çıkan notu okuyan komutanımız acayip bir renk alıyor.

 

Peşinden şehidin kanlı cesedine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

 

Sonra komutanımızın dudaklarından dökülmeğe başlıyor kendisini ağlatan sebep:

 

“Arkadaşlar!

 

Sizlere moral vermesi ve maneviyatımızın kuvvetlenmesi bakımından, şu anda aramızdan şehadet şerbetiyle ayrılan iki arkadaşımızın sırrını açıklıyorum.

 

“Çünkü ikisi de sadece bana yazılmış not.”

 

Hepimiz pür dikkat dinliyoruz.

 

Az önce cebinden çıkan notu okuduğum Yozgatlı arkadaşımız.

 

Komutanım! Bu sırrımı size söylüyorum

 

Eğer şehit olursam Kayserili falanca arkadaşımdan borç aldığım ‘20’ lirayı ödeyebilir misiniz? Ahirete borçlu gitmek istemiyorum.’

 

Benim için bundan daha şerefli bir görev olur muydu?

 

Bir şehit askerimin borcunu ödeyecek ve bahtiyar olacaktım.

 

O’ bakımdan ismi geçen alacaklının kim olduğunu sordum size. Maalesef o asil arkadaşımızda şehit olmuştu.

 

Merak ederek onun da cebine baktım. İşte size o arkadaşınızın notunu da okuyorum:

 

“Komutanım! Yozgatlı falanca arkadaşımın bana olan borcunu helal ettiğimi mahcup olur diye söyleyemedim”

 

Eğer şehit olursam bana olan borcunu ödeyemedim diye üzülmesin.

 

Siz ona, hakkımı helal ettiğimi söyleyebilir misiniz?’

 

Bu sözleri zaten büyük bir gayretle zar zor okuyan komutanımız, tekrar ağlamaya başlamıştı. ( Yeşilay Dergisi, 703. Sayı.)

 

Şehit olurken bile kul hakkını düşünecek kadar ince ve zarif düşünce ancak,Kur’an- ı Kerim yolu ile kazanılır.

 

 Allahım! Şehit kanlarıyla yoğrulan cennet vatanımızı düşman ayaklarına çiğnetme. Amiiin.

 

Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar

O rükû olmazsa, dünyada eğilmez başlar

Vurulup alnından tertemiz yatıyor

Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber

Sana aguşunu açmış duruyor peygamber

(Mehmet Akif Ersoy)

 

Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala ali Muhammed