Mayıs ayı biz Çerkesler için içinde derin acılar hüzünler barındıran bir ay.
Derneğimize ilk adım attığımda ve sonrasında yavaş yavaş toplumsal bilinç oluşurken benliğimde; “nereden, nasıl geldik? Anavatanımız neresidir? Nerededir?” sorularına yanıt ararken dedelerimizin sürgün yolunda ilk karaya çıktıkları yerlerden biri olan “Kefken” ismini duymamızla birlikte oraya karşı içimde merak ve heyecan uyandı. Kefken’e ilk gidişimiz kaç yılıydı hatırlamıyorum yalnız Babalı sahilindeki mağaraya ilk girişimi ve duvarlardaki belli belirsiz yazıları görünce içimdeki tarifi mümkün olmayan şaşkınlık ve hüznü çok net hatırlıyorum. Karaağaç’ta eski mezarlıkta bulunan mezar taşlarındaki eski yazıları görünce oranın biz sürgünzedeler için sonun başlangıcı olduğunu anladım. Buradaki tarihimiz orada başlıyordu. Daha sonraları belirli aralıklarla anma etkinliklerine katıldım 2020 öncesi son 4-5 yıl önceki anma etkinliklerinde organizasyon komitesinde derneğimizi temsilen görev aldım.
Bu anma organizasyonlarının toplumsal bilinç oluşturması açısından ne denli önemli olduğunu başımdan geçen bir olayla anlatmak isterim:2016 yılı olmalı yanlış hatırlamıyorsam...
Sene başında Kefken anma etkinliği organizasyon komitesi oluşturuluyor ve çalışmalara başlanıyordu. Bizde bölge derneği olmamız hasebiyle organizasyon komitesine katılıyor, genellikle meşale yapımı işini dernek olarak üstleniyorduk. o yıl Sakarya Büyükşehir Belediyesi bizlere anma etkinliğimizde destek amaçlı su,sandviç, meyvesuyu ve meşale desteği verdi. Etkinlik günü ben bir arkadaşımdan panelvan bir araç alıp malzemeleri sırasıyla oldukları yerlerden alıp araca yükledim ve Kefken’ e doğru yola koyuldum. Araba neredeyse tavanakadar sandviç doluydu, bir tek benim şoför koltuğu boş kalmıştı.
Bu arada bir anda nefsani duygularım beni rehin aldı: “Ben bir dernek başkanıyım, tüm bu işleri yalnız yapıyorum. Yanımda kimse olmadığı gibi, bende bir dernek başkanı gibi davranmaktan pek uzağım. Bu işleri dernek başkanları dışında yapacak birileri de var elbet!”
Bu şekilde türlü düşüncelerle Karaağaç’ta bulunan mezarlığa ve etkinlik alanına vardım. Arabayı park ettikten sonra, direksiyonda mezarlık girişine doğru bakarken bizim Erol hocayı gördüm. Orada duvarın tepesine çıkmış, elindeki büyük bayrağımızı bir iple o duvara asmaya çalışıyor.
İyice baktım: “Ya bu bizim Kaffed Başkan Yardımcısı Profesör Erol Taymaz değil mi? Koskoca akademisyenin ne işi var orada?”
O anda kafamda şimşekler çakmaya başladı. Yolda gelirken beni saçma sapan egoist düşüncelere gark eden şeytanın dürttüğü düşüncelerim aklıma geldi, çok utandım ve orda anladım ki; bu kadim toplumun bir ferdi olmak hangi mevki ve makama sahip olursan ol fedakar ve hizmetkar olmaktan geçiyordu. Bu bana en büyük ders olmuştu.
Sonrasında diğer arkadaşlarla beraber sandviçleri ellişerli koliler halinde Türkiye’nin dört bir yanından (Maraş, Samsun, Sivas, İzmir, Adana...) gelen soydaşlarımızın otobüslerine su ve meyve suyu ile birlikte dağıttık, dönüş yolunda onlara yolluk olsun diye. Onların bu toplum için yaptıkları fedakarlığın da ölçüsü yoktu bence. Bizler 1,5-2 saatlik yoldaki yere gelemezken onlar iki günlerini yollarda geçirerek atalarının yasını tutmaya geliyorlardı. Buradan bir kez daha onlara olan minnetimi belirtmek isterim. Mezarlık bölgesindeki etkinlik bitip sahile indiğimizde bizim görevimiz sürgün ateşinin yakılması ve meşale yürüyüşünü organize etmekti. Bazı zamanlar o kadar mazot yada jel yakıtı kullanmamıza rağmen sürgün ateşini yakmakta epey zorlanıyorduk ve aklıma hemen atalarımızın o yıllarda karaya ilk çıktıklarında hayatta kalmak için ne zor şartlarla mücadele ettiği geliyordu.
Bunu kestirmek hiç zor değildi. Meşalelerin taşınarak mazota batırılıp tutuşturulması işini Sakarya Kafkas Kültür Derneği ve bizim derneğin gençleri birlikte yapıyordu. Aramızda üniversiteyi Hendek’te okuyan Kayserili Büşra Nur kardeşimiz de vardı. Bizimle canhıraş tüm gün ve hatta gece boyunca çalıştı. Mazota meşale batırıp yaktıktan sonra yürüyüş yapanlara veriyor, hiç durmadan bizlere destek oluyordu. Etkinlik bittiğinde hepimiz mazot ve is kokuyorduk. Şehir dışından gelen misafirleri yolcu ettikten sonra herbirinin kazasız bir şekilde evlerine ulaşmaları için dua ediyorduk. Bizlerde görevli arkadaşları evlerine bırakıp dağıldık. Ertesi gün Büşra Nur kardeşimizi arayıp bize destek olduğu ve içten şekilde yanımızda oluşundan ötürü teşekkür ettim. Bana dedi ki; "Bugün bize görev düştüğünde, Çerkeslik için bir şey yapmaz isek bizim Çerkesliğimizin bir anlamı olmaz. O yüzden teşekkürlük bir şey yapmadım. Görevimizdi, seve seve yaptım” dedi. O sözlerine, bilinçli bir nesli temsil eden kardeşimizin sözlerine o kadar sevinmiştim ki... Bu tür organizasyonlarda birçok derneğimiz ve dernek gençleri bu güne kadar görev aldı. Yorgunluktan yada sorumluluktan korkmadan toplumunu kucakladı, toplumsal farkındalık ve bilinç oluşturmakta büyük çabalar sarfetti.
Büşra kardeşim nezdinde bu zamana kadar bu organizasyonda emek veren tüm kardeşlerime de ayrıca teşekkür ederim.
Son olarak, Kefken Babalı sahilinde görevli bir arkadaşımızdan oraya misafir gelen bir grup fotoğraf çekmesini ister. Arkadaşımız “tek şartla çekerim” der, onlarda şaşırır. “Şartınız nedir?” diye sorarlar. Arkadaşımız, “fotoğrafınızı çekerken gülümsemezseniz çekerim!” der, Sebebini de şu şekilde açıklar: “Bugün burada sürgün yolunda yitirdiğimiz atalarımızı anmak için toplandık. O yüzden hüzünlü ve matemliyiz.” Bende o arkadaşımızın dileğini diliyorum sizden; toplumsal bilinç ve farkındalık oluşturmak adına 21 Mayıs 1864’te sürgün ve soykırıma uğrayan atalarımızın yaşadığı bu büyük trajediyi düşünmek, anlamak ve gelecek kuşaklara unutturmamak için bu hafta müzikal eğlenceli paylaşımlara ara verip bilinç oluşturalım. Toplumsal bilinç oluşturmaz isek toplumuna karşı duyarlı nesiller yetiştiremeyiz ve bu kadar insanın mücadelesini de emeğini de boşa çıkarmış oluruz. Bir daha hiçbir toplumun bu tarz acılar yaşamaması ve gelecek kuşaklarında yaşadığımız trajediyi hiç unutmamalarıdileğiyle... Бзиала..
Кьамил Аҭрышба