Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Hamt Alla hu Teâlâ’ya mahsustur, yüzbinlerce salat ve selam, iki
cihanın efendisi Hz. Ahmet (sav)’ aline ve ashabına kıyamete kadar
onun nurlu yolundan gidenlere olsun.
Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala ali Muhammed.
Değerli okurlarım! Başa gelen felâket, belâ, afet, sıkıntı, ceza gibi
olaylar için kullanılan bir terim. Bir musibete uğrayan kimse, ya
Allahu Teala tarafından imtihan edilmekte veya işlediği bir kötülüğe
karşı cezalandırılmaktadır.
Musibet kelimesi Kur'an-ı Kerim'de bu iki anlamda da kullanılmıştır.
Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ sevdiği mümin kullarına değişik şekiller
altında musibetler göndererek onları imtihan ettiğini ve bu
musibetlere karşı gösterdikleri sabır ve tevekkül neticesinde de büyük
mükâfatlarla mükâfatlandırılacaklarını bildirmektedir.
İnananlar zümresi içerisinde peygamberlerin Allah Teâlâ'ya en yakın
kitle oldukları halde, musibetlerin en büyüklerine uğradıkları
görülmektedir.
Hz. Nuh (a.s),Hz. İbrahim (a.s), Hz. Musa (a.s) ve Hz. İsa’nın
kıssaları bunun örnekleriyle doludur. Ulu'l-azm peygamberlerin
sonuncusu Hz. Muhammed (sav) de Mekke döneminde büyük musibetlere
maruz kalmıştır.
O, kavmi tarafından yalanlanmış, işkence görmüş, ölümle tehdit
edilmiş, hatta taşa tutulmuştur. Taife gidip halkı Allahu Teâlâ’nın
dinine davet ettiği zaman, onlar bir peygambere uymayı reddettikleri
gibi köle ve çocuklara onu taşlatmışlardı.
İnsanlığa rahmet olarak gönderilmiş o büyük peygamber, Taiflilerin
saldırısından kurtulduktan sonra, ellerini kaldırıp Rabbine şöyle
seslenmişti:
Ya Rabbi! Gerçekte benim üzerime çöken bu musibet ve eziyet, şayet
senin bana karşı bir gazap ve öfkenden ileri gelmiyorsa, ben buna
aldırış etmem ve gönülden tahammül ederim. "
Allah Teâlâ da ona; "Ey Muhammed! Sen de, "azim ve sebat" sahibi
peygamberlerin sabrettiği gibi sabret" (Ahkaf Suresi, 35) şeklinde vah
yetmiştir.
Allah Teâlâ, hidayet ihsan edip rahmet nuruyla kuşattığı mümin
kullarım, bir takım dünyevî zorluklarla imtihan ederek bunu onlar için
bir rahmet vesilesi kılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle
buyurulmaktadır:
"Ant olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan,
canlardan ve mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz.
Sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet dokunduğu zaman "Mutlaka biz
Allah içiniz ve mutlaka O'na döndürüleceğiz" derler, (Bakara,
155-156).
Bu ayetler, her ne şekilde olursa olsun, karşılaşılan bir belâ ve
musibet karşısında inanan kimselerin göstermesi gereken tavrı ortaya
koymaktadır. Musibete karşı takınılan tavır, aynı zamanda iman ile
nifakın arasını ayıran ve münafık tiplerin kalplerindeki nifakı açığa
çıkaran bir imtihan aracıdır. Yani imanların musibetle sınanmasıdır.
Münafıklar, Müslümanlar savaşta bir başarısızlığa (musibete) uğradığı
zaman onlarla birlik olmadıkları için sevinirler ve bunu kendileri
için bir nimet sayarlar. Allah Teâlâ gerçek anlamda nim etlendirenin
musibetlere uğrayıp bunlara sabreden kimselerden başkaları olmadığını
ve farklı düşünenlerin ise kalplerinde hastalık bulunan tipler
olduğunu bildirmektedir:
"Şüphesiz ki içinizden (savaşa çıkmak için) pek ağır davrananlar
vardır. Size bir musibet geldiği zaman (onlar) "Allah bana nimet ihsan
etti de onlarla beraber olmadım" der" (Nisa Suresi, 72).
Diğer bir musibet de, insanların işledikleri kötü amelleri ve
kalplerindeki nifak ve küfürlerinden dolayı muhatap oldukları
musibettir. Kur'an-ı Kerîm'de bu anlamda kullanılan musibet kelimesi
ile bu kötülüklere karşı bir cezalandırma kastedilmektedir:
"Başınıza gelen bir musibet kendi ellerinizle kazandığınız günahlar
yüzündendir. O, işlenenlerin birçoğunu da affeder" (Şûra,30).
Münafıkların hallerinden söz edilen başka bir ayette de şöyle
buyurulmaktadır: "Kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet
geldiğinde nice olur halleri..." (Nisa,, 62).
İşlen ilen kötü amellere karşılık ahirette elim Cehennem azabına
uğrayanların durumları da musibet olarak nitelendirilmektedir:
"Eğer onlar (Yahudiler) işledikleri günahlar yüzünden başlarına bir
musibet geldiği zaman; "Rabbimiz bize Peygamber gönderseydin de biz de
senin ayetlerine uyup müminlerden olsaydık ya" diyecek olmasalardı
”seni göndermezdik” (Kasas 47).
İnsanların başına gelen bütün musibetler Allah Teâlâ'nın izni ve
takdiri dâhilinde ortaya çıkmaktadır: "Yeryüzüne ve kendinize inen hiç
bir musibet yoktur ki biz onu yapmadan önce Levh-i Mahfuz’da yazılmış
olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah için çok kolaydır" (Hadîd,,22);
"Allah'ın izni olmadan kulun başına hiç bir musibet gelmez."
(Teğâbun, 11).Bu anlamda, ölüm olayı da bir musibet olarak
zikredilmektedir: " Veya yolculukta iseniz ve başınıza ölüm musibeti
gelmişse." (Maide Suresi,106).
Tövbe ile istiğfar ile affedilmeyen nice günahlar vardı ki, bir
musibet ile silinir gider. Günahlardan arındıran musibet bile
tatlıdır.
”Mümin olan kimseye ağrı yorgunluk, hastalık, keder, iç sıkıntısı,
hatta kendisine batan bir diken bile, isabet etmez ki buna karşılık
kendi günahlarından bir kısmı af olunmasın.” (Müslim,)
Hz. Aişe annemiz anlatıyor. Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu”
Kendisine hastalık ve daha başka neviden bir eza isabet eden hiçbir
Müslüman yoktur ki Alla hu Teâla bu eza sebebiyle onun günahlarını
ağacın kendi yapraklarını dökmesi gibi döker olmasın” (Müslim,)
Bir de, toplum boyutunda kavimlerin helak edilişi musibeti vardır ki
bu, azgın bir kavmin kendi elleriyle işledikleri günahları ve aşırı
sapıklıkları yüzünden peygamberlerine karşı direnmeleri neticesinde
ortaya çıkmaktadır.
Allah Teâlâ, aynı zamanda bu musibetleri diğer toplumlar için birer
ibret vesilesi de kılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de helâk edilişleri ve
buna sebep olan durumları tafsilatlı bir şekilde gözler önüne serilen,
Nuh, Ad, Semûd, Lût kavimlerinin başlarına gelenler bu tür
musibetlerdendir.
Rabbim Ümmet-i Muhammedi her türlü musibet ve felaketlerden muhafaza
eylesin. Amiiin. Selam ve dua ile.
Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala ali Muhammed.